Bundan tam beş hafta önce ailemize yeni bir üye katıldı: oğlum Ali. Bilmeyenler için Ali bizim ikinci çocuğumuz. İlk çocuktan biraz tecrübeli sayılsak da, her çocuk başka bir hikaye, başka bir tecrübe insanın hayatında. Hamilelik, doğum süreci, ilk haftalar vs derken aşılması gereken bir sürü süreç var önünüzde. Bugün size bu süreçte yaşadıklarımı anlatmak istiyorum.
Açıkçası çocuk sahibi olmadan önce, hayatımın hiç bir döneminde çocuğum olsun diye düşünmedim. Allah’ım benim anneliğim geldi, biyolojik saatim kapıya dayandı gibi duygular yaşamadım. Hatta çocuk meselesi hep ertelediğim bir konu oldu. Eşim Savaş da bu konuda hep isteksiz olunca bizim çocuk meselesi hep ertelendi ve görece geç yaşta anne oldum. Londra’ya taşındıktan ve hayatımız düzene girdikten sonra bu çocuk konusu tekrar gündeme geldi. Bir süre sonra hamile olduğumu öğrendim. Daha tam nasıl bir duygu olduğunu anlamadan, maalesef ilk hamileliğim düşükle sonuçlandı. Hem ben hem Savaş bu durumdan çok etkilendik. Fakat bundan sonra ikimiz de gerçekten çocuk istediğimizi anladık. Bir canlının hayata gelmesini sağlamak ilginç ve büyülü bir duyguydu ve yaşadığımız bu kötü tecrübe, çocuk sahibi olmak istediğimizi bize gösterdi. Derken Zeynep’e hamile kaldım. Zeynep dünyaya geldikten sonra bir sürü değişik duygular yaşadım ve çok fazla tecrübe edindim. Yıllarca çocuk konusunda çekingen kalan ben ve eşim ebeveyn olmayı çok sevdik. Biz ikinci çocuk olsa mı olmasa mı diye düşünürken, Zeynep’in sürekli bebek istemesi bizi başka bir yolculuğa itti.
Her çocuk başka bir yolculuk dedim ya, Ali’nin hikayesi de kendine özgü oldu. Hamileliğin 14. haftası itibariyle plasentamın (placenta praevia) düşük olduğunu söylediler. Hamilelik sürecinde durumda bir değişiklik olmazsa normal doğum yapamayacağımı, eğer normal yolla olursa kan kaybının çok fazla olma olasılığı sebebiyle benim için hayati bir tehlikesi olduğunu öğrendim. Plasentanın durumu hamilelik boyunca değişebilir dendiği için, her kontrolde bir umut bekledik. 35. haftaya geldik ve durumda bir değişiklik olmayınca sezaryen doğuma karar verildi. Kısa bir süre içinde doğumu gerçekleştirdik. Doğum sırasında yaşanılacak her türlü ihtimal için beni bilgilendirdiler. Açıkcası bu süreçte hiç korkmadım. Sadece bir süre bana bir şey olsa çocuklarım ne yapar diye düşündüm (E sonuçta anayım ben :)) Şükür korktuğumuz hiç bir şey olmadı. Bir kaç küçük sorun olsa da ben sağ salim atlattım.
Fakat hayat beklemediğiniz yerden sınav yapmayı sever!
Ali ile odaya çıkalı 5–10 dakika oldu olmadı, Ali’nin nefes alış verişinde bir sorun olduğunu farkettim. Hem garip bir ses çıkarıyordu, hem de kesik kesik nefes alıyordu. Çok net bir şekilde ‘Savaş bu çocukta bir şey var, hemen birini çağır’ dediğimi iyi hatırlıyorum. Kısa bir süre sonra Ali’yi kontrol ettiler ve alıp götürdüler. Tabi ben yeni ameliyattan çıktığım için yanına gidemiyordum. Savaş gidip geliyordu. Bir süre sonra getireceklerini düşünüyordum ama bir süre orada kalması gerektiğini öğrendim. Orası dediğim yerin yoğun bakım ünitesi olduğunu dahi bilmiyordum. Savaş gece yanına gidip geldi. Sabaha karşı ayağa kalkar kalkmaz Ali’nin yanına gittim. Onu küvözde makinalara bağlı görünce yaşadığımız şeyin ne olduğunu anlamaya başladım. Kendimle ilgili bir sorun beklerken, bebekle ilgili bir şeyler olmasının arkasında bana verilecek dersler olduğuna emindim. Yaşadıklarımın şoku ile ne hissetmem gerektiğini kestiremiyordum. Çok fazla ayrıntıya girmeyeceğim ama Ali’nin akciğerinde olan enfeksiyon sonucu, solunum problemi yaşıyordu. Bunu anlamak için 3–4 gün araştırmalar yapıldı. Bu belirsiz süreci yönetmek gerçekten kolay olmadı.
Doğumun ertesi günü akşam saatlerinde ben taburcu oldum (o kadar iyiydim yani :)). O ana kadar olayın çok farkında değildim, bir an Ali’nin bizimle gelemeyeceği gerçeğiyle yüzleştim. Arabada eve gelirken sadece ağladım. Eve geldiğimde, anlamlı anlamsız garip duygular içindeydim. Adeta göğsüme bir taş oturmuş gibiydi. Zeynep’ten gizli gizli ağlıyordum. Ertesi günü tekrar hastaneye gittik ama ben hala Ali’ye tam olarak ne olduğunu bilmediğim için sürekli olarak, herhalde bugün bizimle eve gelir diye düşünüyordum. Kısa bir süre sonra olayı kabullendim. Her gün hastane için çanta hazırlayıp sabahtan akşama kadar Ali’nin yanında oturuyordum. Hatta bu yeni rutinime oldukça hızlı alışmam beni bile şaşırttı. İnsanoğlunun adaptasyon sürecinin bu denli hızlı olması, başlı başına muazzam bir yetenek. Hastanede diğer bebeklerin anneleriyle arkadaşlık yapmaya bile başlamıştım. Bütün hemşirelerle ahbap olmuştum. Artık Ali ne zaman çıkacak diye düşünüp üzülmektense, bu süreci nasıl herkes için kolay geçirebilirim diye düşünüyordum.
. . .
Dokuz gün hastaneden kaldıktan sonra, çok şükür sağlıklı bir şekilde evimize döndük. Ali bugün tam 11 haftalık oldu 😇 Klasik yeni doğan bebek sendromları dışında bir sıkıntısı yok. Elbette bu süreçte aldığım çok ders oldu ama yukarıda da belirttiğim gibi, adaptasyon yeteneğimize hayran kalmamak elde değil. Şartlar ne kadar zor olursa olsun, bir yolunu bulup oyunda kalabiliyoruz. Yeter ki bunun için bir sebep olsun. Dilerim bu yazıyı okuyan herkes o istediği şey için sebebini bulur ve tekrar ayağa kalkıp oyuna devam eder.
Bir sonraki yazıya kadar esen kalın 👋
Not: Yazıya ilk başladığımda Ali 5 haftalıkmış, bitirene kadar 11 haftalık olmuş :) Artık yok öyle haftada 3 yazı çıkarmak!
Comments