Durmadan her gün onlarca, yüzlerce şeyi erteliyoruz. Sanki herkes bitmek tükenmek bilmeyen, erteleme hastalığına yakalanmış gibi. “Ah şu erteleme hastalığım olmasa neler neler yapacağım” bu cümleyi o kadar fazla kişiden duyuyorum ki, bu kadar çok bu hastalıktan muzdarip insan olması şaşırtıyor beni. Hastalık diyorum çünkü literatür bunu bir hastalık olarak kabul ediyor.
Erteleme hastalığı kişinin yapması gereken şeyleri yapmak yerine, sürekli olarak bahaneler bulup ertelemesi olarak tanımlanabilir. Bu kişiler yapılması gerekeni yapmak yerine başka şeylerle vakit geçirip, kendilerine sürekli bir kaçış yolu ararlar. Psikolojik olarak hayli yıpratıcı bir süreç olmasının yanında, ayrıca kişilerin profesyonel ve özel hayatlarını olumsuz olarak etkiler.
Bu durumu bir çoğunuz gibi ben de yakından tanıyorum. Özellikle okul yıllarında, erteleme konusunda uzmanlaşmıştım. Sınavları, ödevleri son dakikaya bırakıp, adrenalin ve stres bağımlısı olmuştum. O son anda olanlar oluyordu ve bir şekilde hallediyordum ama yaşadığım stres bende kronik mide ağrılarına dönüşüyordu. Okul yıllarında bu konuyu çözememiş olmak da benim şansızlığım.
Ben bu konuyu nasıl aştım? Öncelikle bu konun kolay çözülür bir cinsten olmadığı aşikar, kolay olsa herkes üstesinden gelirdi. Ayrıca herkesin erteleme seviyesi de bir birinden farklı. Kendinizi bir başkasıyla kıyaslamayın ama kendinizi de iyi gözlemleyin. Konun uzmanı olmadığım için kendi deneyimlerim üzerinden örnekler vereceğim.
Şu anda herhangi bir seviyede, erteleme hastalığımın olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Belki hiç bir zaman hastalık olarak adlandırılacak seviyede bir durumda değildim. Ama bu konudan muzdarip olduğum günleri çok iyi hatırlıyorum. Her konuda olduğu gibi bu konuda da en önemlisi farkındalık! Erteleme probleminizin olduğunu fark edip, bu konuyu değiştirmeği istemekle işe başlayabilirsiniz.
Benim farkındalığımı iki şey tetikledi. Birincisi bir işi yapmak yerine, o süre zarfında geçirdiğim zamanlarda, sanki göğsüme bir öküz oturmuş gibi sıkıntı yaşamamdı. Evet evet tam olarak sanki öküz oturmuş da nefes alamıyor gibi hissediyordum kendimi. Boşa geçirdiğim zaman zarfı o kadar keyifsiz ve mutsuz oluyordum ki farkında olmamam imkansızdı.
Diğeri de iş hayatına başlamam oldu. Okul hayatı ne kadar stresli olursa olsun, benim için çok bireysel bir işti. Okuldaki başarım ya da başarısızlığımın sonucu, belki biraz ailemi etkileyecekti ama bütün sorumluluk bana aitti. Ama iş hayatı bambaşka bir sorumluluk alanıydı. Bir takım içinde kollektif olarak bir iş yapıyorsunuz. Sizin bir işi bitirememeniz çoğu zaman takımınızı ve şirketinizi olumsuz etkiliyor. Sanıyorum başkalarına karşı sorumluluk bilincim, kendime karşı olan sorumluluk bilincinden çok daha fazla olduğu için, iş hayatına başladıktan sonra otomatikman erteleme hastalığını büyük ölçüde kontrol altına almayı başardım.
Tabi bu sadece bir başlangıçtı. Bu illet öyle bir ilettirki, kapıdan kovsanız bacadan girmeyi başarır. İş hayatı beni bir noktaya kadar disipline etmişti ama özel hayatımda ve kişisel hedeflerim de çok fazla ertelediğim şey oluyordu. Bu alanlarda bir şeyleri ertelemek çok daha kolaydı, daha önce de dediğim gibi kimseye karşı bir sorumluluk hissetmiyorsunuz bu yüzden bir çok şeyi kolaylıkla ertelemeye devam ediyorsunuz. Ve bana sorarsanız, asıl gelişim özel hayatınızda erteleme hastalığını yendiğiniz zaman ortaya çıkıyor. Bu öyle bir gelişimki, günün sonunda kendinizi yönetmeyi öğrenmiş oluyorsunuz.
Bu konuyu ilgili bir sürü değişik yöntem ve bakış açısı var. En popülerlerinde biri “Kurbağayı önce ye” (Eat the Frog diye bir kitap var, okumadım ama hakkında çok fazla şey duydum). Özetle, gün içinde yapılması gereken işlerin en çetrefillisini ilk önce yapmak. Bu bakış açısına göre, en göz korkutan işi ilk önce yapınca, geriye kalan işleri halletmek için çok daha kolay motivasyon bulabilirsiniz. Çok fazla uyguladığım bir yöntem olmasına rağmen, bu konuda yeni biriyseniz başlangıç için iyi bir seçim olmayabilir. Günlük işleriniz arasından en zoru ile güne başlamak gerçekten sağlam bir irade istiyor. O işi yapamadığınız gibi, günün geri kalanında kolay işlere bile motivasyon bulamayabilirsiniz.
Diğer bir popüler bakış açısı ise, az zaman alan işleri ilk önce yapmak. Buradaki temel motivasyon, kısa bir zaman aralığın da bir çok işi yapıp gerekli motivasyonu kazanıp, günün kalanında zor olan işleri daha kolay yapmak. Bu işlerde yeniyseniz ve motivasyon sorunu yaşıyorsanız, bu yöntemi denemenizi tavsiye ederim. Özellikle iş hayatında çok fazla kullanıyorum. Gün içinde irili ufaklı bir sürü bitirmem gereken işler oluyor, ne zaman motivasyonumu kaybetsem hemen yapılacak işleri ayırabildiğim kadar küçük parçalara ayırıp hemen yazıyorum. En hızlı aksiyon alabileceğim işleri hızlıca bitirip, liste üzerinden hızlıca devam ederim.
Bu iki yöntemi de gün içerisinde kendime göre harmanlayarak kullanıyorum, ikisinden de çok faydalanıyorum. Ama erteleme hastalığımı tamamen ortadan kaldıran bakış açısı, kendim uydurduğum “başlamazsan bitmez” oldu. Siz istediğiniz planı yapın, yönteme araştırın, listeler yapın, bütün hikaye çok basit bir yerde tıkanıyor. Başlamazsanız bitmiyor o işler. Ne zaman bir konuyu ertelediğimi fark ediyorum, hemen kendime meşhur cümlemi hatırlatıyorum, “başlamazsan bitmez” Meryem. Kelimelerin gücüne inanın ve bunu sıklıkla hatırlatın kendinize. Sonuca inanamayacaksınız.
Comments